0 %

Paragraf Yorumları

Yorumlar yükleniyor...

Yorum Yap

33. BÖLÜM

Yazı Boyutu
100%

"SON ŞANS."

Gerçek kötülük, birini öldürmekte değil, birini öldürdükten sonra pişman olmamaktaymış.

Silahın namlusu karşımdaki yabancının alnına hizalıydı ve aradan geçen saniyelerde tek ses kalp atışlarının sesi olmuştu. Dehşete düşmüştü ve muhtemeldir ki bundan dolayı ağzını bıçak açmıyordu. Korkuyordu, gözlerinin içinde endişe halkaları oluşmuştu ve ellerinin nasıl titrediğini görüyordum. Eli hâlâ kalbindeydi ve solukları sağlıksız şekilde hızlıydı. Soğukkanlıydım, karşımdaki görüntüden etkilenmiyor, kendimden emin bir şekilde bakıyordum. Fakat buna daha uzun süre devam edemezdim, ne yapacaksam içeriye geçip yapmalı ve birinin bizi görme ihtimalini ortadan kaldırmalıydım. "İçeriye geç."

"Sen..." konuşmaya mecali yokmuş gibi soluk soluğa fısıldadı. "Sen de kimsin?"

"Sesini yükseltme," diyerek dişlerimin arasından tısladım ve eşikten içeriye bir adım attığımda, kendisi de sendeleyerek geriye gitti. "Beynini patlatırım."

"Kalbim..." Adam iki elini birden kalbinin üzerine bastırarak iki büklüm olduğunda hızla arkamı dönerek etrafı kolaçan ettim. Kimse görünmüyordu, ışık yoktu. Kapıyı çarparak kapattım ve adama uzanarak dirseğinden kavrarken, "Sızlanma," dedim.

"Ne... istiyorsun?" Korku içinde, can havliyle konuşuyor ve onu tutmama engel bile olamıyordu. Önümde uzanan dar koridora baktım ve koridor sonundaki odaya ilerledim. "Seni tanımıyorum, daha önce görmedim bile! Bir yanlışın olmalı, o silahı indir de..."

"Beni tanıman gerekmiyor," dedim adamı, kendimle beraber salondan içeriye çekiştirirken. "Ölmen gerekiyor."

"Deli misin be kadın!"

Sabrı taşmış gibi bağırdığında, onu salondaki dağınık koltuğun üzerine bıraktım ve o kalbini tutarak koltuğa düştüğünde, tepesinde dikilerek yukarıdan baktım. Koltukta doğrulurken, iki elini de kalbine daha sert bastırdı ve yüzünden acı dolu bir ifade geçti.

"Bir yanlışın var..."

"Sus artık!" dedim öfke içinde, silahı yüzüne doğru sallarken. "Sus da düşünmeme izin ver!"

Solukları hırıltılı bir hal almaya başladığında silahı tepesinden çektim ve gerileyerek etrafımı süzdüm. Müstakil bir evin salonu ne kadar iyi olabilirse bu salon da o kadar iyiydi. Kırmızı, döşemeleri yıpranmış koltuklar, ortada bir sehpa, tüplü bir televizyon, beyaz perdeler, sarı ampul... Hepsi buydu işte! Elimdeki silahla beraber kendi etrafımda dönerken, dişlerimi sıkarak bu herifle ne yapacağımı düşündüm. Yoksul, kendi halinde, yalnız yaşayan bir adamdı. Evde başka ses soluk yoktu, bu da işime gelmişti. Evin sobayla ısındığını fark ederek gözlerimi sertçe yumdum. Öylesine, zararsız bir adamı öldürecek miydim? Onu öldürmek gerçekten Duman'ın işine yarayacak mıydı? Silahın namlusunu şakağıma sürterek eğildim ve sehpanın üzerine oturarak dik dik ona baktım. Şimdi nefesini tutmuştu, oldukça korkmuş ve zayıf görünüyordu. “Kimin kimsen var mı?" diye sordum. "Tek yaşıyorsun değil mi?"

Tüm bu olanlar hâlâ ona anlamsız geliyordu ama elimde bir silah olduğu için bana kafa tutamıyordu. Elinin içini gömleğinin üzerinden kalbine bastırırken, "Karım öldü," dedi nefes nefese. "Kızım var... Bolu'da üniversite okuyor.” Korkudan kekeliyordu.

Bir kızı olduğunu bilmiyordum, bu beni sinirlendirmişti. "Kaç yaşında?" diye sordum, kızını hayal etmeye çalışırken.

"Yirmi bir."

Kahretsin, daha küçüktü. Annesini kaybetmişti, babası da öldüğünde yetim kalacaktı. Belki hayatını bitirecek, okulunu bırakacak, sersefil yaşayacaktı. Kararsızlığa düşmemeliydim, çünkü Duman'ın canı her seçimin üzerindeydi ama... kız daha küçüktü. "Kızının, kalp hastası olduğundan haberi var mı?"

Bir şey soramıyordu, çünkü onu vuracağımdan korkuyordu. "Yok," dedi, sesi oldukça güçsüzdü. "Olsaydı okulu bırakıp gelirdi, söyleyemedim. Mezun olacak bu yıl, öğretmen..."

"Başka çocuğun var mı?" diyerek cümlesini kestiğimde, "Hayır," dedi. Sesi titriyordu. "Benden ne istiyorsun? Benim kimseye zararım yok, biriyle karıştırıyor olmalısın. Seni tanımıyorum bile!"

Birisi silahıyla evime gelse, beni vurmakla tehdit etse ben de onu tanımadığımdan yakınır, kim olduğunu düşünürdüm. "Sus," diye kabaca emrettim ve o korku dolu bir sessizliğe büründüğünde, ne yapmam gerektiğini düşündüm.

Buradan, onu öldürerek çıkarsam ne olurdu?

Namluyu şakağına daha sert bastırarak gözlerimi eski, yıpranmış halıya diktim. "Doktorlar kalbin için ne diyor?"

"Sen bunu…  Nereden biliyorsun?"

"Sorgulama," diyerek tersledim. "Cevap ver."

Kekeledi. "Az... az zamanım kalmış, tek umudum yeni bir kalp. Hastaneye yatacağım."

Duman'ın da tek umudu kalp.

Ve o kalbi götürüp onun avuçlarına bırakacağım.

"Çok yanlış bir insanla kesişti yolun," diye fısıldadım. Kafamı iki yana sallayarak başına gelecekler için ona acıdım. "Kader işte, ne yapacaksın?"

"Benden... Ne istediğini anlamıyorum."

"Canını istiyorum."

Ağzını açtı, ilkinde kekeledi ama sonrasında konuşabildi. "Anlamıyorum, beni neden öldüresin ki? Bir zararım mı dokundu sana, bilmeden bir şey mi yaptım?"

"Hayır," diye fısıldadım onun yaşlı, kahır dolu gözlerine bomboş bakarak"Bir şey yapmadın, tek suçun bile yok. İyi bir adama bile benziyorsun, kızını üzmemek için verdiğin çabayı takdir ettim ama... Anlıyor musun, ben de onun üzülmesini, canının yanmasını istemiyorum."

"An... anlamıyorum."

"Aslında yaptığım şeyden, yapacağım şeyden gurur duyuyor değilim," diye ruhsuzca konuştum. "Yaptıklarımdan gurur duymuyorum ama canının ne kadar yanacağını da umursamıyorum. Şimdi sus, ne yapacağımı düşüneyim."

"Delirmişsin be kadın!"

Gözlerimi yavaşça kaldırıp yüzüne baktım. "Hep öyle derler."

Kafamı arkaya yatırdım ve ne yapabileceğimi düşündüm. Şimdi öldürüp arkama bakmadan gidebilirdim ama başım ne kadar belaya girerdi merak ediyordum. Belki öldürmeden de bu işi çözebilirdim, en azından öyle ümit ediyordum. Onu, listenin dışına çıkması için ikna ederdim, böylelikle eceli gelene kadar yaşayabilirdi. Silahın namlusunu şakağımdan ayırarak tekrar onunla göz teması kurdum. "Senden tek bir şey isteyeceğim, sen de sorgusuzca bunu yapacaksın ve ben de bir daha karşına çıkmayacağım. Aksi halde şimdi burada seni vuracağım ama görüyorum ki bunu ikimiz de istemiyoruz."

Artık kim olduğumu, amacımın ne olduğunu umursamıyor, yalnızca benden kurtulmak istiyordu. Bu sebepten kafasını hızlı hızlı sallayarak, "Söyle," dedi, hissettiği korkunun altında zincirlerini çekiştiren bir öfke duygusu yattığını görebiliyordum. "Neyine yararım ki ben senin!"

"İsmin kalp nakli listesinde yazıyor," dedim uzatmadan, derhal konuya girerek. "İsmini bir şekilde listeden silmen lazım. Bak, oldukça basit bir şey istiyorum. Bunu yap, ben de karşına çıkmayayım."

Olan biteni kavradığını, gözlerinde parlayan bir ışıktan anladım ve duygularının yüzüne yansımasını izledim. "Senin niyetin... Listede yukarıya çıkmak mı?"

Kendime mi acıdım ona mı bilmiyorum ama sadece gülebildim. "Ne küstah ne zavallı bir niyet değil mi? O listenin üçüncü sırasında, sen ve o kadın yer kaplıyorsunuz! İkinizi de listeden silmeliyim. Ya öldürerek ya da kendi rızanızla..."

"O zaman da öleceğim," dedi, birkaç kuru öksürükle beraber. O kadar zayıf, halsizdi ki elini ağzına kapatamamıştı. "İsmim listeden düşerse de öleceğim. Görmüyor musun be kadın! Haksızlık, o listeye daha önce ben girdiysem yaşama hakkı benim. Hem sil denince siliniyor mu sanıyorsun?”

“Yaşamayı istemediğini söylersin, silerler.”

Söylediklerim, korkusunun altında uyuyan öfkeyi uyandırdı ve yumruklarını sıktı. "Sen neden bahsediyorsun!" diye bağırdı. Doğru, bağırmak hakkıydı. "Benim bir evladım var, senin yakının umurumda mı? Ne hakkın var buna lan, ne hakkın!"

Çok beklemedim, çünkü meselenin uzamasını istemiyordum. Oturduğum sehpadan ani şekilde doğruldum ve ona doğru eğilerek boştaki elimle çenesini tuttum. İnledi ve elimi savuşturmaya çalıştı. Silahı doğrultup aralıklı dudaklarından içeriye sokarken, "Sabrımı zorlama," diye bağırdım küfretmekten farksız şekilde. "Gözlerime baksana, yapabilirim görmüyor musun? O listeden adını sil ve yaşayabildiğin kadar yaşa işte! Sana yapabileceğim tek iyilik bu!"

Zorbalığım onu öyle korkutmuştu ki, bir an bile beklemeden başını salladı ve iri iri açtığı gözlerle ağzındaki silaha baktı. Beki korku refleksiyle beni onaylıyordu ama sonuçta neler yapmaktan çekinmeyeceğimi görmüştü. Daha ikna edici olması için silahı ağzının içine biraz daha sokarak, "Polisten korkacağımı düşünme," dedim. "Arkam sağlamdır.”

Bana, hayatının en acı tecrübesiymişim gibi baktı. Bir kez daha başını salladığında, nefes almakta zorluk çektiğini fark ederek silahı ağzından çektim ve ondan uzaklaşarak üst üste öksürmesini izledim. "Bu dediklerimi yap," dedim silahı pantolonumun beline yerleştirirken. "Ben de sana minnettarlığımı, kızına yardımcı olarak gösteririm. Dedim ya, zenginim. Kızının eğitimine yardımcı olurum, ne bileyim bir şeyler yaparım işte!"

Nefret dolu gözlerle baktı. "Kızımdan uzak dur!"

"Hay hay, sen bilirsin." Montumun şapkasını başıma örttüm ve kapıya doğru ilerledim. "Listeyi takip edeceğim, eğer adının düşmediğini görürsem yine gelirim. Biliyorum, çok üzülüp çok öfkeleniyorsun ama yapabileceğim bir şey yok. Hoşça kal."

Odadan ve saniyeler içinde kapıyı çekip evden çıktığımda sırtımı kapıya yasladım ve soluklanmak için kendime çok az zaman verdim. Adamın canını tehdit etmiştim, kızıyla gözdağı vermiştim, korkutmuş, ağzına silah sokmuştum. Bir küfür savurup sırtımı kapıdan ayırdım. Etrafı kolaçan edip birilerinin olup olmadığına bakarken bir çıtırtı sesi duydum. Vücudum alarm verdi ve bakışlarım sol tarafa çevrildi. Bu ses, tıpkı ince bir odunun kırılması gibiydi.

Bahçede birisi vardı.

Nefesimi tuttum ve yumruğumu hazırlayıp arkamı dönmek için harekette bulunuyordum ki artık onun hemen yanımda olduğunu hissettim. Bana fırsat tanımadan bir el dirseğime yerleşti. Kaçınılmaz karşılaşma için arkamı döndüğümde beklediğimin ne olduğunu bilmiyordum ama Enes'in gözleriyle karşılaştığımda resmen yerin ayağım altından kaydığını hissettim.

Burada ne işi vardı?

Sinirli gözleri, çatılmış kaşlarının altında sertçe bana bakıyor, eli kaçmamam için beni tutuyordu. Buraya kadar beni takip etmişti, üstelik bir an bile takip edildiğimi fark etmemiştim. "Ne işin var burada!"

Bir an elim titrer gibi oldu ama neyse ki duygularımı kontrol edebildim. Enes bana cevap vermeden önce etrafı kolaçan etti ve sonra dirseğimden daha sıkı tutarak bahçeden dışarıya sürükledi. "Aklını mı kaçırdın sen?" dediğini duydum, sesi boğazından bir bağırtı gibi çıkmıştı. "N'aptın öyle içeride! Adama silah dayadın? Ne listesi ne silmesi! Derhal olup biteni anlat!"

Cevap vermeyi istemediğim için kolumu elinden çekerek, "Sana ne?" diye bağırdım gözüm dönmüş halde. "Başıma bela olmak için mi geldin sen buraya? Ne hakla beni takip edersin! Ne yapıyorsam yapıyorum, seni ilgilendirmez!"

Ondan, sokağın ortasına dek kaçtığımda Enes sabrını korumak, muhtemelen gördüklerine bir açıklama getirmek için gözlerini yumdu ve sabırlı kalmaya çalıştı. Yumruklarımı sıkarak ona sırtımı döndüm ama abim koluma asılarak beni durdurdu.

"Mahşer, o it sana bir şey falan mı yaptı! Bak söyle, bileyim hayatında neler olduğunu."

"Bak Enes," Elimi omzuna koydum ve sahte bir gülümsemeyle mırıldandım. "Abi olmak senin işi değil, olmaya çalışma. Sal beni, sorumluluktan hoşlanmazsın zaten. Ne yaptığımı iyi biliyorum, kafamı ütüleme."

Bu söylediklerimin Enes'in kalbini elime alıp ortadan ikiye bölmekten farksız olduğunu biliyordum. Sorun değil, bunu çok kez yaptım. "Mahşer, ben artık o çocuk değilim. İnan hiçbir şeyden korkum yok! Sen ne kadar korkusuzsan ben on katı korkusuzum! Bir işler karıştırdığın belli, anlat çabuk!"

Salak değildim ya, tabii görüyordum ondaki cesareti. Enes her anlamda büyümüş, olgunlaşmıştı. "Ne anlatayım," dedim bağırmamaya çalışarak, insanların dikkatini çekmek istemiyordum. "Ne gördüysen o."

"Ne listesinden bahsettin?"

Ona söylesem ne olurdu, söylemesem ne olurdu? Bir şey yapamazdı ki. Ne Duman'ı kurtarabilir ne de yapacaklarımın önüne geçebilirdi. "Kalp nakli listesi," dedim dosdoğruca. "Duman kalp hastası, ismi listenin biraz aşağısında. Ee bu da benim için bir sorun, sorunları kaldırmaya çalışıyorum. Bu kadar basit abiciğim. Sorgu sualin bittiyse gidebilir miyim?"

Abim için duyduklarına inanmak vakit aldı ve birkaç kez dudaklarını boş yere araladı. Alaylı, soğuk tavrımdan ziyade söylediklerime şaşkındı. "Senin sorunu ortadan kaldırmaktan kastın adam öldürmek mi?"

Abim birini vuracağıma inanamıyordu, bir katil olduğumu bilmeden. Hakkımda o kadar az şey biliyordu ki artık onunla yakın olduğumu düşündüren hiçbir şey yoktu.

"Öyle," dedim aynı asabiyetle. "Onu listeden çıkarmalıyım."

Gözlerini sımsıkı yumdu ama beni duymamak için kulaklarını kapatmalıydı. Bu kadar kontrolden çıktığıma inanamıyordu ama bunlar gerçekti. Gözlerini tekrar açtığında ellerini omuzlarıma koydu ve beni kendine çekerek daha sakin bir sesle konuştu. "Kim için yapıyorsun bunu? Duman kim?"

Bakışlarımı önüme, gri sokağa dikerek, "Duman için," dedim sadece, bunun yeterli bir cevap olduğunu düşünerek.

"İyi ama Duman kim?"

Açık değil miydi? Bir kız bir erkek için birini öldürmeyi göze alıyordu ve abim dönüp o erkeğin kim olduğunu mu soruyordu? Sessiz kalarak ona tekrar baktığımda Enes'in bu soruyu tekrar sormasına gerek kalmadı ve derin bir iç çekti. "Kızım, değer mi yarın bir gün unutacağın bir sevgili için! Deli olma!"

Yarın bir gün unutacağım birisi... Duman mı? Buna yalnızca gülünürdü ama ben gülemiyordum bile. "Neden?" diye fısıldadı, hayret ettiği açıktı. "Değer mi lan! Neden, ne..."

"Âşığım çünkü."

İnsan söylediği, söyleyeceği bazı cümlelerin hesabını yapamıyor, düşünemiyordu. Ben de bir an düşünmedim, hesap etmedim. Sadece söyledim. Yalanı yoktu ama bu herkesle paylaşmayı istediğim bir şey değildi. Çünkü bu kelimenin artık pek bir önemi yoktu, çünkü herkes birbirine bunu diyebiliyordu. Sana âşığım. Aa ben de sana âşığım. Ama iki gün sonra ona da âşık olacağım. Ve bu son bulmadan, doyumsuz, çaresiz bir şekilde devam edecekti.

"Âşıksın? Peki o sana âşık mı? Bu yaptığını hak ediyor mu?"

"Neyi değiştirir? Aşk illaki karşılıklı mı olmalı?"

"Aptal mısın? Çocuk senin sayende iyileşip hayatına bir başkasıyla devam ederse ne bok yiyeceksin? Erkekler böyle nankör!”

Gözlerimi devirdim. "Evet Enes, sen öyle olduğun için hemcinslerini de öyle sanıyorsun ama Duman nankör değildir."

Onun ellerinin arasından çıktığımda içini çekerek kafasını iki yana salladı ve bunu inkâr edecek hiçbir şey demedi. Önüme dönüp ellerimi ceplerime koydum ve dikkat çekici hiçbir harekette bulunmayarak sokağın ucuna doğru ilerledim. Enes peşime takıldı, benimle yürüdü. Sokağın köşesini dönerken telefon sesini duydum ve ona ait olduğunu anlayarak gözlerimi hafifçe ona çevirdim. Ceketin cebinden telefonunu çıkardı ve ekrana bakarken yüzünü küçücük, gizemli bir gülümseme kapladı. Kaşlarımı çatarken, Enes telefonu yanıtlayıp kulağına yasladı. "Selam bebek."

Kız arkadaşı mı vardı? Ne bekliyordum ki, Enes küçüklüğünden beri çapkın birisiydi. Gözlerimi devirirken, hattın diğer ucundaki ince sesi duyar gibi oldum ama konuşulanları anlamadım. Enes cevap verdi. "İşlerim vardı, arayamadım. Kafamı toparlamam lazımdı. Ne yapıyorsun? Bu saatte uyuyor olman gerekmez miydi?"

Kaldırıma çıkıp etrafta bir taksi veya otobüs falan ararken, Enes arkamda konuşmaya devam etti. Kız her ne dedi bilmiyorum ama gecikmeden yanıtladı. "Tamam tamam, kapıyı pencereyi kilitlemeyi unutma. Uyu, seni sabah ararım. Telefonunu yanından ayırma, aradığımda ulaşayım."

Biraz sonra telefonu kapattığında, ben de sokaktan geçen taksiye el salladım. Taksi geldiğinde ikimiz de arka koltuğa bindik ve ben ondan en uzak köşeye oturduğumda, Enes'in homurdandığını duydum. Kollarımı göğsümün üzerinde kavuştururken, o da evin adresini söyledi ama ben eve değil, evime gidecektim. Bu yüzden araya girerek hastanenin adresini verdiğimde Enes dönüp bana kötü kötü baktı.

"Mahşer, gözlerin kan çanağına dönmüş! Eve geç, uyu. Sabah geçersin arkadaşının yanına."

"Sen karışma," dedim ve konuyu değiştirmek, daha fazla müdahil olmasını engellemek için ilgisizce sordum. "Arayan kimdi?"

Bir an duraksadı ve sanki cevabı olmayan bir soru sormuşum gibi alık alık suratıma baktı. Gözlerindeki duygu geçişlerini anbean izledim. "Birkaç aydır takılıyoruz, birlikteyiz," diye konuştu, geçiştirircesine.

"Hımm," dedim dikkatle ona bakarak. "Adı ne?"

"İnci," dedi, dümdüz bir sesle. O da benim gibi kollarını göğsünde kavuşturmuştu. "Üniversite okuyor."

"Seviyor musun?"

"Takılıyoruz," dedi rahatsız olmuş şekilde kıpırdanarak. Kaşlarını kaldırmıştı. "Hayatımla çok ilgileniyormuşsun gibi konuşma."

"Madem sevmiyordun ayrılıp gelseydin buraya," dedim kötü kötü ona bakarak. "Döndün, kız orada neden seni beklesin ki? En azından kız da hayatına devam ederdi. Ayrılsana kızdan."

Bana o kadar kötü baktı ki, onu huzursuz etmekten haz duyduğumu hissederek içten içe omuzlarımı kabarttım. Bakışlarını benden çekip cama çevirdi ve memnuniyetsizce konuştu. "Ayrılırsak başkaları olur."

"Hep başkaları olur Enes."

"Onun için olmaz."

Başımı iki yana salladım ve tekrar önüme dönerek cama düşen yansımamdan kendime baktım. Yorgun, hatta çirkin görünüyordum. Keşke yanımda bir rujum olsaydı, sürersem daha iyi görünürdüm belki. Saçlarımı arkama atarak düzelttim ve Duman'ı göreceğim için düşüncelerimi rahatlatmaya çalıştım.

Taksi uzun bir yolculuktan sonra hastanenin sokağına girdiğinde Duman'ı göreceğim için heyecanlanmıştım. Sabırsızca ellerimi ovuşturdum. Enes'in ağzının içinde cıkladığını duyduğum sırada taksi hastanenin önünde durdu. Hiç vakit kaybetmeden arabadan inerken, "Dur dur," dedi Enes, kısıkça. Dönüp baktığımda çenesiyle belimdeki silahı işaret ettiğini gördüm ve oflayarak silahıma uzandım. Taksi şoförü torpidoda bir şeylerle ilgileniyordu, bizi görmeyeceğinden emin olarak silahı çıkardım ve hızla onun ceketinin içine sakladım. "Tamam, sende kalsın ama sakın ortadan kaldırma, bana lazım olacak."

Enes sakin kalmaya çalışarak bana baktı. "O çocukla da tanışmaya geleceğim, haberin olsun."

Onu ittim ve arabadan çıkarak kapıyı sertçe kapattım. Yıllar sonra dönüp abilik taslamasına, beni düşünüyormuş gibi davranmasına dayanamıyordum. Utanmazın tekiydi, ruhlarımız haydutların elindeyken çıkıp gitmişti ve ben kendimi korumayı öğrendiğimde gelmesinin bir anlamı yoktu.

Hastanenin kapısına yürüdüm ve merdivenlerde oyalanmayı istemediğim için asansöre yöneldim. Akşam karanlığı indiği için ortalıkta gezinen pek kimseler yoktu, etraf sessizdi. Muhtemelen Duman da uyuyordu ama zaten onunla konuşmak değil, ona bakmak istediğim için buradaydım. Asansör geleceğim kata vardığında indim ve koridorun sonuna yürüyerek odanın önünde durdum.

Karanlık hol beni karşıladı ve içeriye davet etti. Kapıyı arkamdan örterek parmak uçlarımda yürüdüm. Hasta yatağı bakış açıma girdiğinde durup onu izledim. Gözleri kapalıydı, muhtemelen hâlâ uyuyordu. Sürekli ilaç alıyordu, bu ilaçlar ağrılarını dindirdiği gibi ona uyku da yapıyordu. Ellerimi iki yanıma bıraktım ve kafamı sol omzuma eğerek bir parça ışıkta yüzünü izledim. Yüzünün şekli insana iç çektiriyordu. İleriye doğru bir adım attığımda hareketsiz dudaklarının neredeyse kıvrıldığını gördüm ama hemen sonra tekrardan düz bir hal aldığında gözlerimi devirdim. Uyuyor numarası yapıyordu ve gülmemek için kendini tuttuğu açıktı. Yatağına kadar ilerleyerek ben de ona bir oyun çevirmeyi düşündüm ve bu yüzden üzüntülü bir sesle konuştum. "Yine uyuyorsun," dedim, uyumadığını fark etmemiş gibi davranarak. "Çok üzülüyorum sana, zaten bu yüzden buradayım. Keşke... Sandığın gibi sana âşık olsam, o yüzden başında beklesem ama değilim. Sırf üzüldüğüm için buraya geliyorum, bunları yüzüne karşı söyleyemem ama..."

İçimi çekerek daha fazla acı verici şey söylemeden ona baktığımda, çarşafı sıkan avuçlarının yumruk halini aldığını gördüm. Üstelik sadece bu da değildi. Çenesini sıkmıştı ve size yemin ederim ki kirpikleri saniyeler içinde ıslanmıştı. Bu gördüğümün gerçekliğine inanamadığım için yüzüne doğru eğilerek daha dikkatli baktığımda, gözlerini ansızın açtı ve bakışları bende şok etkisi yarattı. Kehribar gözleri kötü davranan bir düşman gibi beni yakamdan tutup bir yere fırlatacaktı sanki. Korkunç derecede acı ve öfke vardı.

Gözlerine bakmak katlanılmaz olduğunda bir an geriye sıçrayacak oldum ama hemen sonrasında tüm bunların yalan olduğunu söyleme telaşıyla, "Dur dur," dedim hızlıca, telaş içinde. "Dediklerim yalandı! Oyundu! Senin uyandığını gördüm, kandırmak istemiştim."

Gözlerinin içi yoğunlukla kamaştı ve ardından gözlerini sıkıca yumarak eliyle beni göğsümden sertçe itti. Elinin ne ara oraya çıktığını hiç görmemiştim. "Bana böyle aptal oyunlar çevirme, hiç hoşuma gitmiyor."

Beni itmiş olmasına rağmen gerilemedim ve yatağının demirine yapışarak, "Telafi edebilirim," diye fısıldadım, kendimi suçlu hissederek. "Vallahi şaka yaptım."

"Senin aptalca şakaların kalbime hiç iyi gelmiyor Mahşer."

Ah evet, bunu atlamıştım. Ani kaygı ritim bozukluğuna sebep verip kalbini kasıyor olmalıydı. Baş belasının tekiydim, insanlara canavar gibi davranıyordum. Başımı salladım ama gözleri kapalı olduğu için tabii ki bunu görmedi. Bu yüzden elimi uzatıp yanağına dokundum. "Telafi edebilirim?"

Sabit yüzü gevşedi ve dudağının kenarı hafifçe kıvrıldı. "Salağım ben galiba, hemen geçiyor öfkem."

Sırıttım ve uzanıp ayakkabılarımı çıkardıktan sonra yatağın kenarına yerleştim. Bacaklarımı kalçamın altına kıvırarak hemen yanına oturduğumda, Duman biraz kayarak benim için yer açtı ve ardından gözkapaklarını kaldırdı. Aksiydim, çocuğun da uykusunu kaçırmıştım. Elimi saçlarına çıkardım. Daha da uzadıklarını, artık gerçekten bir tıraşa ihtiyacı olduğunu fark ettim. Parmaklarımı o tutamların arasından geçirerek, "Ben buna salaklık demezdim," diye fısıldadım, sessizce. "Zaaf derdim."

"Güzel zaafsın vesselam."

Bir ses çıkarmaktan başka şey yapmadım ve düşünceli şekilde saçlarının parmaklarım arasından kaymasını izlerken, "Neredeydin?" diye sordu bana, ki bu ses tonunu tanıyordum. Gerçekten bir cevap bekliyordu. "Bir şeyler çeviriyorsun sanki sen?"

"Enes’le uğraşıyorum," dedim, şikâyetçi görünerek. "Bizi takip etmiş, bir de ona acıyordun! O benim abim, ne kadar masum olabilir ki?"

Gözlerini tavana kaydırdı. "Doğru, bunu unutmuşum."

Saçlarını diplerinden doğru sertçe çektiğimde gülümseyerek sızlandı ama rahatsız olmadığına emindim. Belimi kırarak ona doğru eğildim ve yüzümü adeta yüzüne yapıştırarak dudaklarımı yüzüne sokuşturdum. Saçlarım dağılarak yüzünün iki yanını kapladı ve ben onu öperken, Duman da saçlarımın arasında soluklandı. Şakağına bir öpücük bırakarak kafamı kaldırdım. "Nasılsın? Seni bırakıp gittiğimde uyumuştun, ne zaman uyudun? Ömer gelip bir şey dedi mi?"

"Her zamanki zırvalıkları," dedi esneyerek. Gözlerini açık tutmakta zorlanıyordu, neredeyse günün yarısında böyleydi. Beni görmeyi istemesine rağmen gözlerini açık tutamıyor olması, aslında durumunun nasıl kötü olduğunu gösteriyordu ama her seferinde bunu inkâr ediyordum. "Bir kalp çıkma durumu mu ne varmış? Tabii öyle olursa listenin ilk sırasındaki kişi kurtulur, ben de ikinci sıraya geçebilirim. Durumlar tam belli değil ama iyi ihtimalle böyle olabilir."

Bir kalp mi vardı? Bundan haberim olmamıştı. Ömer'e Duman’la ilgili her konuyu bana söylemesi gerektiğini söylemiştim ama ciddiye almamış görünüyordu. O kalbin peşine düşmeliydim, eğer Duman'ın özellikleriyle uyuşan bir kalpse listedeki diğer iki kişiyi de aradan hemen çıkarırdım. Gergince ensemi kaşıyarak, "Diğer iki kişiyle uyuşmazsa, kalp senin mi olur?" diye sordum, ki bu ihtimal hayatımın en iyi, en güzel ihtimaliydi.

Tek gözünü açıp bana baktı. "Bu şansın bana vuracağına gerçekten inanıyor musun?"

Şansı senin ayaklarına getiririm.

Umutsuzluğunda hakkıydı, çünkü yıllardır süren bir felaket silsilesinin içindeydik. Saçlarını okşayarak, "Oda epey sıcak," dedim, terlediğimi hissederek. "Sen terlemiyor musun?"

"Genelde o anki vücut sıcaklığına göre ayarlıyorlar, bir ara üşümüş olmalıyım ki oda daha sıcak." Elimi tuttu ve ensesinden kaydırarak göğsüne doğru çekti. "Şu güzel hemşire ayarlamış olmalı, beni ateşli istiyor demek..."

"Ha ha çok komik," diyerek sahte şekilde güldüm. "Hem ben onu çoktan köşeye sıkıştırdım, daha sana yaklaşamaz."

Ağzı aralıklı kaldı. "Ciddi misin?"

"Hayır, saçmalama."

"Niye kızım?" Pis pis güldü. "Yapmayacağın şey değil."

"Yani..." Parmak uçlarımla göğsünde ritim tuttum ki Duman bundan hoşlanmazdı. "Evet, insanlarla dövüşürüm ama senin dalgan yüzünden işini yapacak bir kadına saracak değilim."

Boğazından, güldüğünü gösteren bir ses çıktı. "Emin misin?"

"Çok emin değilim aslında..."

Duman'ın gülüşü çoğaldığında, elimi yüzüne koydum ve huzurla gülümsemesini izledim. İyi davranılmayı hak ediyordu, çünkü durduk yere kötülük etmiyordu. Üstelik hastaydı, az biraz gülümsemek onun da hakkıydı. İnsanlar sahte kahkahalarıyla etrafı kirletiyor, o tek bir gerçek gülümsemeyle her yeri temizliyordu sanki.

Gülüşü azalarak dağıldıktan sonra gözlerimin içine daha derin bakmaya başladı. "İnsan öleceğini hissedince, çok yakından hissedince dünyaya farklı bir açıdan bakıyor," diye fısıldadı, düşünceli şekilde. Elini getirdi, kalbindeki elimin üzerine sertçe bastırdı. Bir süre kalp atışlarını dinledik.

"Hiçbir şey artık sanıldığı kadar değerli gelmiyor. Her şey usul usul anlamını yitirdi. Tek şey kaldı; zaman. Zamanı bilirsin, kimi zaman bir an kimi bir zaman bir saat gibi geçer. Bazen onu suçlarız, kızarız ama... ölürken yanında olan tek şey zaman, onunla ölüyorsun hatta. Bir de... sen. Anlamını yitirmeyen tek şey sen kaldın."

Söyledikleri... Zamanı olsaydı, onlarca kadına kendini sevdirebilirdi. Bana yapmıştı, oradan biliyordum. "Benim bir anlamım var mı?" diye sordum sessizce.

"Sıfırın bile bir anlamı var Mahşer."

"Haa," dedim kaşlarımı kaldırarak. "Sıfırsın ama bir anlamın yok mu diyorsun?"

"Nerenden anlıyorsun kızım?" diye yükseldi, bağırarak. "Sussan bir romantik olacağız!"

Alt dudağımı ısırarak gülmemi bastırdım, bu aralar çok gülümsüyordum. “Tamam, hadi beni övmeye devam et."

Dilini dişlerinin arasında döndürdüğünde onu biraz sinirlendirdiğimi anlayarak uslu kaldım ve konuşmasını bekledim. Derin bir iç çekti ve bununla beraber ellerimiz göğsünün üzerinde yükseldi. Merhameti sığınılasıydı, öfkesi sakınılası...

"Ben ağlamam Mahşer, bunun erkeklikle de alakası yok. Söz konusu ölüm oldu, bir kere bile oturup ağlamadım. Bir kere bile gözlerim dolmadı, kendime acımadım. Fakat..." Sert bir yutkunuşu iç çekişi takip etti ve elinin arasındaki parmaklarımı yavaşça yüzüne çıkardı. Parmaklarımı çenesinden yukarıya, gözlerine dokundurduğunda kirpiklerinin hâlâ ıslak olduğunu gördüm. "... sen söz konusu olduğunda, böyle oluyor. Bak, hâlâ ıslak kirpiklerim!"

Evet, kirpikleri nemliydi. Elim yanmış gibi parmaklarımı oradan çektim ve ensesine taşıyarak başını yavaşça yastıktan kaldırırken, "Buraya gel," diye fısıldadım. Duman itiraz etmedi, başını yastıktan kaldırdı ve benim de başım ona doğru çekildiğinde alınlarımız temas etti. Duraksamadan, aramızdaki göz temasına son vermeden gözlerinin içine içine bakarak onu öptüm.

Sıcak, yumuşak, kalbine zararsız bir öpücük olması için çabaladım ve her ne kadar uzatmak istesem de bu öpücüğü saniyelere sığdırdım. Onu sakince öptükten sonra dudaklarımızı ayırdım ve gözlerini görecek kadar uzaklaştım. Diliyle dudaklarını yalayarak güldü. "İki romantik cümleye kanıp öptün beni ha..."

Duygularını fazla açığa çıkardığı için telaş ettiği, espri yaparak bu yoğunluktan kurtulmaya çalıştığı aşikârdı. "Benim de zaafım sensin, kanıyorum işte."

"Vallahi mi?" Duman gerindi. "Bu bana söylediğin en güzel şeylerden biri olabilir."

Elimi yüzünde gezdirerek kulağına, küpesine ulaştım ve kaşlarımı çatarak sordum. "Yoğun bakımda bunu takmana nasıl izin veriyorlar?"

"Ömer'i ikna ediyorum, öpücükle. Nasıl buraya girmen için ikna ediyorsam küpeyi takmak için de ikna ettim işte."

"Küpe takmayı niye bu kadar önemsiyorsun?"

"Sebebi yok, alışkanlık. Liseden beri takıyorum, takmayınca elim sürekli kulağıma gidiyor, rahatsız hissediyorum."

"Takmamalısın," dedim. "Ben de kafam estiği gibi bu odaya girmemeliyim ama doğru olan hiçbir şeyi yapmıyor, bir de iyileşmeni bekliyoruz. Saçmalık."

Kolunu tekrar alnına koydu. "İyileşmeyi beklemiyorum."

"Merak etme, iyileşeceksin," diye fısıldadım kendimden emin şekilde.

"Gülerek, delirmiş gibi konuştuğunda seni biraz ürkütücü buluyorum." Tek gözünü açıp şüpheli şekilde beni süzdü. "Ne karıştırıyorsun sen?"

"Çok mu şüpheli görünüyorum?" dedim soğukkanlılıkla.

"Var sende bir iş..."

"Tamamen masumum."

"Eminim, bir şeyler karıştırıyorsun."

"Evet," dedim gözlerimi kırpıştırarak. Gözlerimi dudaklarına çevirdim, oldukça kırmızı görünüyordu. "Seni hastaneden nasıl çıkarabileceğimi düşünüyorum, sonuçta sana verdiğim bir söz var."

Duman, diğer gözünü de açtı ve neden bahsettiğimi anlamak için birkaç saniye bekledi. Ardından gözlerinin içi parladı ama bu bir yalandı, ben yalandım ve bunlar da benim yalanlarımdı. Onu hastaneden çıkaramazdım ama bu yalanı söyleyebilirdim. Bu onu oyalardı. Onu kandırdığım için mutlu değildim fakat hepsi iyiliği içindi. Gözlerini tekrardan yumarken, artık kafasının içindeki şüpheleri temizlediğimi fark ettim ama bu bana huzurlu hissettirmedi. Bir süre sustuk ve o yeniden uyumaya başladığında, uzanıp elinden tuttum. Çoğu zaman ne olduğumu bilmiyorum ne yaptığımı da... Ama bu eli biliyorum, on altı yaşımdan beri tutmak istediğim bu eli işte şimdi tutuyorum.

Bir süre daha orada kaldım ve ardından uyuması için odayı terk ettim. Ada ve Muhammet'in nerede olduğunu merak ediyordum, en son buraya gelmişlerdi. Kantinde olduklarını düşünerek aşağıya inmek için asansöre ilerledim ve aynı esnada merdivenleri çıkan Ömer'i gördüm. O da beni gördüğüne şaşırmadı ve üzerime doğru yürüyerek karşımda durdu. "Sen yine mi Duman'ın yanındaydın?"

"Hâlâ bunu mu sorguluyorsun? Duman için daha gerçek, sahici şeyler yapmaya ne dersin?"

"Onun için her şeyi düşünmeye çalışıyorum."

Kollarımı göğsümün üzerinde kavuşturdum ve ruhsuzca onunla irtibatta kalmaya devam ettim. "Onu düşünmekten anladığın sadece benden uzak tutmak mı? Onun bundan daha fazlasına ihtiyacı var? Solunumu ne kadar yavaş, görmüyor musun? Ne olacak bana bunlardan bahset!"

"Neden anlayacaksın ki?" dedi, benim gibi kollarını göğsünde kavuşturacak. Üzerinde beyaz doktor önlüğü vardı ve gerçekten yorgun görünüyordu. "Duman tek dostum ama tek hastam değil. Ben doktorum, bu hastanedeki herkesle aynı derecede ilgilenmek zorundayım. Şu an durumu stabil. Ne iyiye gidiyor ne de kötüye. Onun için en büyük kurtuluş bir kalp olacak."

"Yeni bir kalp çıkmış galiba," dedim, şüphe çekmeden durumu öğrenmeye çalışarak. "Duman bahsetti."

"Doğru," dedi, düşünceli şekilde. "Listenin ilk sırasındaki hastayla uyuşmadı, ikinci sıradakiyle örtüşecek mi ona bakıyoruz."

Kalbim bir anda ağzımda atmaya başladı. "O hastaya da uyuşmazsa Du... Duman'ın mı olacak o kalp?"

Ağzını araladı ama sonra bir an duraksayarak kaşlarını kaldırdı. "Duman'ın üçüncü sırada olduğunu nereden biliyorsun?"

Omuz silktim. "Duman söyledi."

"Ah." Anladı ve şüphelenmeden kafasını salladı. "Evet, ikinci hasta ile de uyuşmazsa üçüncü hastayla, yani Duman’la uyuşup uyuşmadığına bakacağız."

Ah, şükürler olsun! Böyle bir ihtimal vardı, eğer ikinci kişiyle de uyuşmazsa sıra üçüncü kişiye, Duman'a geçecekti. Bu şimdi epey yüksek bir ihtimaldi ama gerçekleşmeyebilirdi de. İlk kez bir şey için iyi olanı düşündüm ve başımı sallayarak asansöre doğru döndüm. Evet, hayal kurabilirdim ama bu hayal şimdi gerçeğe çok yakındı. Ellerimi asansör duvarına dayadım ve alt dudağımı dişleyerek gülümsememi bastırmaya çalıştım. Evet Mahşer, bir kez iyi olacağını düşün.

"Bu arada Ada'yı şu arkadaşıyla gördüm, benim odama aldım. Çok endişelenmiş görünüyordu, abisinin iyi olduğuna ikna etmeye çalıştım ama illaki seni görmek istemiş; çünkü sen dobraymışsın, yalan söylemezmişsin. Hah! Sanki ben yalan söylüyorum!"

Keyfim biraz yerine geldiği için ona doğru dönüp sırıttım. "İkisi de beni daha çok seviyor, haberin olsun."

"Bir git işine."

Homurdanarak yanımdan geçti ve Duman'ın odasına ilerledi. Bir an Duman’la yalnız kalmasını istemediğim için peşine düşecek oldum ama Ada'nın yanına gitmem gerektiğini hatırlayınca asansörü çağırdım. Ömer kapıyı açıp içeriye girmiş, gözden kaybolmuştu. Gelen asansöre bindim ve kata inerek Ömer'in odasına ilerledim. Esneyerek kapıyı açtığımda en son bu odaya girdiğimde işlediğim suçu hatırladım.

"Mahşer abla?" Ada'nın sesini duyduğumda bakışlarımı ondan tarafa çekerek kapıyı arkamdan kapattım. Tekerlekli sandalyesinde, pencerenin önündeydi ve Muhammet de hemen onun önünde dizlerinin üzerine eğilmiş, ellerinden tutuyordu. "Gelmişsin, abimi gördün mü?"

"Gördüm," dedim onlara doğru yaklaşarak. Kalçamı Ömer'in masasına yaslayarak dikkatle baktım. "Uyanmıştı ama tekrar uyudu. Merak etme, iyi. Hatta gülümsedi, biliyor musun?"

Elini kalbine yasladı. "Ben ne zaman görebilirim peki?"

"Söz, bir daha ki uyanışında seni yanımda götüreceğim. Zaten birkaç dakika falan yanında kalabiliyoruz."

"Bir dakikaya bile razıyım."

İşte hayat böyleydi, yanında zamanın nasıl geçtiğini anlamadığınız birisiyle bir dakika geçirmenize bile sizi razı ettiriyordu. "Sana güzel haberlerim var," dedim ve bir anda uzanıp yapacağımı düşünmediğim bir şey yaptım. Parmaklarımla gözyaşlarını sildim. "Bir kalp var ama kalp nakil listesindeki ilk hastayla uyum sağlayamamış. İkinci kişiyle uyum sağlayıp sağlayamadığına bakacaklar, eğer o adamla da uyum sağlayamazsa sıra abine gelecek."

Ellerimi yüzünden çekerken Ada, söylediklerimin heyecanıyla gözlerimin içine baktı. Duman'ın bir kızı olsa sanırım Ada'ya benzerdi. Onun gibi pürüzsüz, dupduru bir güzelliği olurdu. Bu düşüncelerin içine ne kadar daldım bilmiyorum ama etrafımda bir çift kolu hissettiğimde irkilerek kendime geldim. Ada sevinçle bana sarılıyordu. "O kalp abimle uyuşursa tüm bu kötü şeyler sona mı erecek sahiden? O listede, abimden önce sayısız insan vardı, şimdi abim neredeyse o listenin başına geldi! Bu zamana kadar o kadar fazla bekledik ki, artık neredeyse onu kaybedeceğimi bile düşündüm."

İnsanlarla sarılmazdım, lüzumsuz temaslar kurmaz, birisiyle sarıldığım için mutlu olmazdım. Ama Ada bana sarılınca, Duman'ın kanından olduğu için mi bilmiyorum ama ben de ona sarılmak istedim ve kollarına karşılık verdim. "Hepimiz çok bekledik," dedim, onu anladığımı gösteren bir fısıltıyla. "Abin hak ettiğini alacak, gerekirse onun için ben alacağım."

Ada da bizden farklı değildi, hayata karşı sitemliydi ama onun tek farkı hayata değil, yumrukları kendine sallamasıydı. "Umarım o kalp abimle uyuşur," dedi, çok mutlu olmuş görünüyordu. "Yemin ederim bu beni o kadar mutlu ediyor ki yürüyememek bile umurumda değil! Abim iyileşsin, başka hiçbir şey istemiyorum!"

"Dur bakalım." Muhammet Ada'nın tekerlekli sandalyesini kendisine doğru çevirdi ve onun zarif ellerini tutarak kendisine bakmak için davette bulundu. Ada daha mahcup ama hâlâ mutlu görünerek Muhammet'e doğru döndü ve sevgi, bazı büyük şeylerin bile üstesinden geldi.

"Abin iyileştikten sonra onun da tüm derdi senin yürümen olacak, buna eminim. Çünkü benim öyle Ada, yürümeni görmek istiyorum. Abin için çok acı çektin, bu yüzden yürümeyi bile umursamadın ama abin iyileştikten sonra seni, yürüdüğünü görmeden rahat bırakmaz."

Evet, onun da kendine acıma değil, kendine merhametli davranma zamanı gelmişti. Ada Muhammet'in bu ilgisiyle utandı ve başını kaldırıp bana baktı. "Haklı,” dedim.

Ada gözlerini çevirip bir Muhammet'e bir de bana bakarak nazik, rica eden bir sesle konuştu. "Ama benimle fizik tedaviye geleceksiniz, tamam mı?"

"Ben zaten dibinden ayrılamıyorum ki..."

Muhammet'in iltifat niyetindeki bu cümlesi Ada'yı kızarttı ve aynı derecede mutlu etti. Bir şey söylemeden önüne döndüğünde yönümü masadan ayırdım ve onlara sırt çevirerek odadan ayrıldım. Enes’in ne yaptığını düşünüyordum, umuyorum ki annemin karşısına çıkmamıştır. Bunu yapamazdı, yapmış olamazdı. Telefonu bile yoktu ki arayıp ne yaptığını sorayım.

Koridorun ortasında durdum ve midemdeki yanmayı hissettiğim için aşağıya, kantine inmek üzere merdivenlere yöneldim. Kantinde sıcak bitki çayı falan varsa alıp içmek, rahatsızlığımı biraz olsun dindirmek istiyordum. Kantine indiğimde uzanıp telefonuma baktım. Gecenin üçüydü, hatta üçü bile geçmişti. Kantinden yeşil çay alarak yeniden üst kata, Duman’ın odasına çıktım.

Odanın tam karşısındaki sandalyeye oturarak karton bardağı avuçlarımda sıkıca tuttum. Ömer odasından çıkmış olmalıydı ve Duman'ın uykusunu yeniden bölmek istemiyordum.

Bir süre sonra sıcak çayın rehaveti ve gözlerimdeki yorgunluk yüzünden vücudum gevşedi. Kollarımı kendime sardım, başımı duvara dayayarak gözlerimi tamamen kapattım ve birkaç dakika içinde uyuyakaldım. Kesintisiz, net bir uyku değildi ama beni dinlendiriyordu. Birkaç kez sıçradım, üşüdüğümü hissederek pozisyon değiştirdim ve uyumaya devam etmeye çalışırken rahatsız edici gürültüler duydum.

Gözlerimi aniden açtım.

Aynı anda yerimden de sıçrayarak koltuktan kalktığımda gözlerim kocaman açılmıştı ve önümde olan biteni anlamaya çalışıyordum. Önümden birkaç hemşire, doktor hızlıca koştu ve birisi Duman'ın odasının kapısını açıp içeriye girerken diğerleri de onu takip etti. Hâlâ elimde olan boş karton bardak yere düştü ve nefesim kesildi. İnsanların hayatında bazı anlar vardır, ne anlatılır ne de yaşamadan hissedilirdi. Bu da öyle bir andı ve her şey avuçlarımın içinden kayıp giderken, hareket bile edemiyordum.

"Nefes alamıyor!" diye bağırdı kadın bir doktor. Nefes alamıyor. Nefesimi tutsam ben de onun hissettiklerini hissedebilir miydim? Şu an nefes almayı bıraksam onu anlayabilir miydim? "Karnına baskı uygula!"

Bazı acıların üstüne gitmek diye bir şey vardı, ben de öyle yaptım. Ne yaptığımı farkında bile olmadan acımın üzerine yürüyüp o kapıdan içeriye girdim. Etrafımda olup bitenin farkında olamadan yürüdüm, yürüdüm, yürüdüm... Sonra onu gördüm. Bir doktor karnına baskı uyguluyordu, birisi ağzını açmaya çalışıyordu ama sanki hepsi faydasızdı. Duman orada, çırpınıyordu. Yüzü mosmor olmuş, elinin birisi boğazına yapışmıştı. Gözleri kapalıydı, çünkü ilk görmeyi istediğim yer gözleri olduğundan oraya bakmak istemiştim ama onlar çoktan bana veda etmiş gibi kapalıydılar. Yatağın içinde çırpınıyor, vücudu yataktan yükseliyor, elinin birisiyle çarşafı sıkıyordu. Nefes alamıyordu, durumu artık çok ümitsizdi. Doktorlar, kendi aralarında birbirine direktif veriyor, hızla müdahale ediyorlardı ama Duman boğulur gibi sesler çıkarıyordu.

Denizi o kadar sevdin, batmayı da... İşte şimdi boğuluyorsun.

Ona ulaşmayı, elinden tutup buradayım, demeyi istiyordum ama kıpırdayamıyordum. Ben de boğulmaya başlamıştım, nefes kıtlığı çekiyordum. Elimi boğazıma götürdüm ve titreyen bacaklarımla birkaç adım atarak yatağına yaklaştım. Beni fark ettiler mi bilmiyordum ama benim gözüm sadece onu görüyordu. Sanki aramızdaki mesafeyi aşarken, beni kollarımdan tutup ona çeken bir his vardı; aşk.

Uzandım, nasıl yaptım bilmiyorum ama onun nefesiyle boğuşurken etrafa savurup durduğu elinden tuttum. Sıcacık, terliydi ve nabzı çok hızlıydı. Tutabildiğim kadar sıkıca, şok halinde eline yapıştım ve onu tutmaya çalıştım. Tutmaya çalıştığın her şeyi tutabileceksin diye bir şey yoktu, bu yüzden eli elimden kayıp gitti ve bakışlarım bir kez daha onu buldu. Hâlâ boğuluyor, hâlâ.

"Çekil!”

Tanıdık bir ses duydum. Başımı çevirdiğimde Ömer'in hızla kendine yer açıp Duman'a müdahale etmek için hareketlendiğini gördüm. Gelmişti, onu en iyi Duman anlardı. Birkaç hemşire ve doktor geriye çekilerek Ömer'e müsaade ettiğinde Duman'ın eline bir daha uzanmak istedim ama ulaşamadım. Durdum ve onun mosmor olan yüzüne, adeta olduğu yerde mıhlanmış kalbine aresiz gözlerle bakarak nefes almasını bekledim.

Kalbim temiz değildir ama ilk kez dilediğim oldu. Ömer anlayamadım, takip edemediğim hızda bir şeyler yaptı ve Duman'ın ağzından bir ince hortum soktu. Önce elleri gevşedi, vücudu sakinleşti, kalp atışları normale döndü ve elleri yavaşça yatağın iki yanından aşağıya düştü. Odadaki doktor ve hemşirelerin hepsi rahatlayarak nefes alırken, Ömer de ellerini onun üzerinden çekti ve sendeleyerek geriye doğru birkaç adım attı. Onu kurtarmıştı, Duman artık nefes alabiliyordu.

"Bu son şansıydı, bir daha kurtulamaz," dedi Ömer, soluk soluğa bana dönerek. Titriyor, bakışlarımı ona odaklayamıyordum. Zaten ona değil, Duman'a bakmak istiyordum. Bir kez daha eline uzanmak istedim ama tutamayacağımı bildiğimden uzanamadım. Elinden bile tutamadığın birisini kalbinde nasıl tutuyorsun ha Mahşer? 

Gözlerimi kapattım. Bir damla yaş sol gözümden akarken, Ömer'in konuştuğunu duydum. "Neyse ki bir şansı var. Kalp, listedeki ikinci hastayla da uyuşmadı, şimdi Duman’la uyuşup uyuşmadığına bakacağız. İki tip hastayla uyuşmadıysa büyük ihtimalle üçüncüyle uyuşur ama test sonuçlarını almadan buna karar veremeyiz."

BÖLÜM SONU.